27 Nisan 2013 Cumartesi

Sinagog



"Ben on iki yaşındayım.
Bir sinagoga giriyorum.
Hahama hayatın anlamını soruyorum.
Bana hayatın anlamını söylüyor.
Ama İbranice olarak...
İbranice bilmiyorum.
Bana 600$ karşılığında İbranice dersi vermek istiyor."

                               Zelig

Toplumun yapısını, düzenini eleştirmek isteyen ve benim zekasına her geçen gün daha çok hayran olduğum Woody Allen, bundan daha özet bir hikaye kullanamazmış gibi...


23 Nisan 2013 Salı

66. Sone



Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. 

W.S.

15 Nisan 2013 Pazartesi

"Cebine koy. Düşürme."

Yıllar önce izlediğim bir filmin en etkili sahnelerinden birini andım dün. İstemeyerek... Söz konusu film (Music Within), engelli insanlar konusunda bir duyarlılık yaratabilecek güç ve etkide bir hikayeye ve konuşmalara sahip. Tekerlekli sandalyedeki Art karakterinin tiradı ise, insanı oturduğu yere çivileyen cinsten:

"Biz engelliler, en çok fark edilmek isteriz. Bana baktıklarında, ne gördüklerini bilirsin... Hiçbir şey! Görmezden gelirler. Beni görmezden geliyorlar; çünkü onların hissetmesini sağladığım insanlıktan çok rahatsız oluyorlar."

Bana bu cümleleri hatırlatan, bir kez daha paylaşmak istemediğim, ancak dün aslında hepimizin izlediği görüntülerdeki bir "bakan" ile diyaloğa giren o genç kız ise, engelli bir vatandaş değil; bir kanser hastası. Fakat yaşananlar... "Görmezden gelme"nin, hissedilecek o sözde "insanlığın" bambaşka bir boyutu. Belki de o genç kız, o dakikaları tecrübe ettikten sonra ilk defa tamamen görmezden gelinmiş olmayı dilemiştir...



Olayın tek sevindirici yanı, ilaç sektöründeki vaziyetin, farkında olmadan daha duyulur hale gelmiş olmasını sağlamasıydı o genç kızın. Yine de, herhangi bir siyasi görüş veya ideolojiden bağımsız olarak, insanların ceplerine üç kuruş sıkıştırıp, onları satın aldığını düşünen, bunu "sus payı" olarak yapan ve hatta alışkanlık haline getiren veya en iyimser yaklaşımla "yardım ettiğini" sanan kişilerin bunları bu kadar alenen yaptığını görmek; aleni olmasından daha mide bulandırıcı olarak insanlıktan ve vicdandan bu kadar uzak hale gelindiğini görmek...

Bu cümleye yüklem bulamıyorum. Sadece utanıyorum. Genç kızın "Çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda" sitemini tekrar tekrar düşünüyorum... ve sadece yutkunabiliyorum.

Sonradan Düşününce

"Arayacağım" deyip aramadığım,
"Görüşürüz" deyip görüşmediğim,
"Kendine iyi bak" deyip bakmasını istemediğim,
"N'aber?" deyip "Nasılsın?" diye sormadığım,
"Nerelerdesin?" deyip nerelerde olduğunu merak etmediğim,
"Bakarız" deyip bakmadığım,
"Olabilir" deyip olduramadığım,
Özel gününde "Gelirim" deyip gelmediğim,
"İşim var" deyip sallamadığım...

Gündelik klişe kelimeleri, "-mediğim/-madığım" ile "-vari"leştirerek umursamadığım tüm dostlarımdan...

ÖZÜR DİLERİM.

Özür dileyip de kalpten dilemediğim...

7 Nisan 2013 Pazar

Before Midnight

Belli başlı filmler hariç devam filmlerinden her zaman zevk alan biri olmasam da içeriği, oyuncuları, sakinliği ile Before Sunrise (1995) ve Before Sunset (2004) beni etkileyen filmler olmuştur.

Herhangi bir spoiler vermeden anlatmak gerekirse; dokuz yıl arayla çekilen bu filmlerin üzerinden bir dokuz yıl daha geçmesiyle üçüncü olarak vizyona girecek olan Before Midnight (2013) konusunda beklentilerinizin ve/veya hayallerinizin boşa çıkmayacağını söyleyebilirim.

32. İstanbul Film Festivali kapsamında izleme fırsatı bulduğum bu üçüncü film, belki de fragmanının güzel hazırlanmamış olması sebebiyle, ilk iki filmden daha farklı olacağı ve beklentilerimi düşürmem gerektiği sinyallerini vermişti. Ancak filmin ilk birkaç dakikasından sonra, Jesse ve Celine'in sizleri yine içinde kaybolacağınız sohbetlerle karşı karşıya bırakacağını göreceksiniz. Üstelik bu seferki daha az romantik, daha fazla gülümseten ve düşündüren cinsten...

Filmin en güzel tarafı, Jesse ile Celine'in karakterlerinin ta en içlerini görmemizin yanı sıra, izleyicinin merakını giderecek bir hikaye de sunuyor olması. Çünkü izlediğiniz başka birçok filmdeki karakterlerin "kavuştuktan" sonra neler yaşadıklarını bilmediğimiz halde, bu filmde bunu öğrenme şansımız oluyor: Serinin ikinci filminin sonunda, başrollerin kavuştuğunu ama öyle devam edip etmeyecekleri konusundaki belirsizliğin bu filmde cevap bulduğunu görüyoruz. Fakat sonuç olarak, tam da merakınızın giderildiğini düşünürken yine bir belirsizlikle filmden ayrılmanız gerekiyor. Dahası, oluşan o ilk iki filme geri dönüp izleme dürtüsüyle, onları belki de bambaşka bir gözle izleyeceğinizi hissediyorsunuz.